31 Aralık 2017 Pazar

* İslâmiyeti öğreten hocaya karşı edeb

2 Ocak 2018, Salı

 

 

İslâmiyeti öğreten hocaya karşı edeb

 

 

 

Sual: Allahü teâlânın rızasına kavuşmak isteyenler, kendilerine İslâmiyeti öğreten hocalarına karşı nasıl olmalı ve nelere dikkat etmelidir?

Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 292. mektubunda buyuruyor ki: Şûrâ sûresi onüçüncü âyetinde mealen, (Allahü teâlâ, dilediğini seçerek kendine kavuşturur) buyuruldu.

Talip olanların, arada vâsıta olmadan kavuşmaları çok güçtür. Onun sözleri, ölmüş kalpleri diriltmek için devadır. Bakışları şifadır. Taş kesilmiş kalpler, onun muhabbetine kavuşmakla yumuşak olur.

Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı ile, böyle olgun ve oldurabilen bir zât ele geçerse, onun şerefli vücudunun kıymetini bilmelidir. Kendini ona tam teslim etmelidir. Kendi saadetini onun rızasına kavuşmakta aramalıdır. Onun razı olmadığı şeyleri, kendi için felâket bilmelidir. Kısaca, bütün istekleri, onun rızasına kavuşmak olmalıdır. Peygamberimiz "aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ", (Bir kimsenin bütün istekleri, benim getirdiğim şeyler olmadıkça, iman etmiş olmaz) buyurdu.

Sohbetin edeblerine uymak ve şartlarını gözetmek, bu yolda herhâlde lâzımdır. Feyz yolu, ancak bununla açılır. Bunlar gözetilmezse, hiçbir şey elde edilemez. Ondan "kaddesallahü teâlâ aleyhim ecma'în" fayda elde edilemez. Çok lâzım olan edeblerden ve şartlardan birkaçını bildiriyorum. Can kulağı ile dinleyiniz:

Talip, gönülden, her şeyi çıkarıp, bütün varlığı ile pîrine bağlanmalıdır. Onun yanında, ondan izin almadan, nafile ibadet ve zikir yapmamalıdır. Onun yanında iken, ondan başka hiçbir şeye bakmamalıdır. Bütün gücü ile, ona bağlanıp oturmalıdır. O emir etmedikçe, zikir bile yapmamalıdır. Onun yanında farz ve sünnet namazlardan başka namaz kılmamalıdır. Bir sultanın veziri, sultanın yanında iken, kendi elbisesine bakar. Eli ile kuşağını düzeltir. O anda, sultan ona bakıyordu. Kendinden başkası ile olduğunu görünce, onu azarlayarak, benim vezirim olasın da, benim karşımda, elbisenin kuşağı ile oynayasın. Buna dayanamam diyerek onu azarlar. Düşünmelidir ki, bu alçak dünyanın işleri için, ince edeblere dikkat edilince, Allaha kavuşturan işlerde edebleri tam ve olgun olarak gözetmek ne kadar çok lâzım olacağı anlaşılır. Kendi gölgesi, onun elbisesine veya gölgesine düşmeyecek bir yerde durmağa veya oturmağa dikkat etmelidir. Onun namaz kıldığı yere hiçbir zaman basmamalıdır. Onun abdest aldığı yerde abdest almamalıdır. Onun kullandığı kapları kullanmamalıdır. Onun yanında, bir şey yememeli, içmemeli ve kimse ile konuşmamalıdır. Hiç kimseye, hiçbir yere bakmamalıdır. O yok iken, onun bulunduğu yere doğru ayak uzatmamalıdır. O yere doğru tükürmemelidir. Onun her yaptığını, her söylediğini, yanlış görünse bile, doğru ve iyi bilmelidir. O her şeyi ilham ile ve izin ile yapar. Bunun için, hiçbir işine, bir şey söylenemez. İlhamında hata olsa bile, ilhamda yanılmak, ictihadda yanılmak gibidir. Ayıplamak ve karşı gelmek câiz olmaz. (Mektûbât Tercemesi s. 462)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google

 

Mail grubu sayfası: Google

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com

 

 

 

* Evliya, işlerinde hiç hata yapmaz (Osman Ünlü'nün 2.1.2018 tarihli yazısı)

2 Ocak 2018, Salı

 

 

Evliya, işlerinde hiç hata yapmaz

 

 

 

 

Sual: İnsanları, Peygamber Efendimizin bildirdiği yola davet eden ve kendilerine "Mürşid-i kâmil" denilen zatlar, yaptıkları işlerde hata yapmaz mı?

Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:

“Müslüman olmak için, dünyaya yani haramlara kıymet vermemek lazımdır. Dünyayı hatırlamayı da kalbinden çıkarana salih Müslüman denir. Helal olsun, mubah olsun, mâ-sivâyı, yani Allahü teâlâdan başka her şeyi hatırlamayı kalbinden çıkarmaya fenâ-fillah denir. Buna kavuşan Müslümana velî, evliyâ denir. İnsanları Müslüman ve salih yapmak için uğraşan veliye mürşid denir. Evliya, her şeyi öğrenir, bilir. Ahkâm-ı İslâmiyyeye, dinin hükümlerine uymakta, dünya işlerinde aklını kullanır. Hesabını yapmakta, sanatında, ticaretinde hiç hata yapmaz. Fakat, aklındaki düşünceler, kalbine sirayet etmez, bulaşmaz. Dünyayı seven, hatırlayan kalp, hastadır. Kalbin temiz olması, dünya dediğimiz şeyleri sevmekten, hatırlamaktan kurtulması demektir.”

***

Sual: Bir Müslüman, imanı gideren bir sözü, hiçbir zaruret olmadan söylerse, imanı gider mi?

Cevap: Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara ülûhiyyet, ilahlık sıfatları denir. Akaid ve fıkıh kitaplarının çoğunda, mesela Dürerde deniyor ki:

“Bir kimse, kalbi iman ile dolu olduğu hâlde, küfre sebep olan bir şeyi, zaruret olmadan, yani isteyerek söylerse, imanı gider, kâfir olur. Kalbindeki imanın faydası olmaz. Çünkü, bir kimsenin kâfir olduğu sözünden anlaşılır. Küfre sebep olan şeyi söyleyince, insanlar arasında da, Allahü teâlâ yanında da kâfir olur.”

***

Sual: İnsanlar arasındaki muamelelerde, alışverişlerde, günah işleyen Müslümanların ve gayr-i müslimlerin sözüne de itibar edilir mi?

Cevap: Bu konuda Dürr-ül-muhtârda deniyor ki:

“İnsanların birbirleri arasında olan işlere Muâmelât denir. Muâmelâtta bir fasıkın veya kâfirin sözü de kabul edilir. Akıllı olan çocuk ve kadın da erkek gibidir. Bunlardan biri, 'bu eti kitaplı kâfirden aldım' derse, yemesi helal olur.”

***

Sual: Ağaçlardan damlayan ve meyvelerinden sıkılarak elde edilen sular temiz midir ve bunlarla abdest alınabilir mi?

Cevap: Ağaçtan, ottan, meyveden, asmadan çıkan, damlayan su temizdir. Fakat bunlar ile ve bunları sıkarak çıkarılan sular ile abdest ve gusül caiz değildir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google

 

Mail grubu sayfası: Google

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com

 

 

 

 

30 Aralık 2017 Cumartesi

* Marifet sahipleri

1 Ocak 2018, Pazartesi

 

 

Marifet sahipleri

 

 

 

Sual: Marifet sahipleri ile açlıkla nefislerini temizleyen ama Allahü teâlâya yaklaşamayanların arasında ne fark vardır?

Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 293. mektubunda buyuruyor ki: Şeyh-ül-islâm Hirevî vel-imâm-ül-Ensârî Abdüllah "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" hazretlerinin, (Menâzil-üs-sâyirîn) kitabında ve buna kendi yaptığı şerhinde buyuruyor ki: Tecrübe ile anladım ki, marifet sahibi olanların feraseti Allahü teâlâya yarayan kimselerle, Ona yaramayan kimseleri ayırmaktır. Allahü teâlâyı zikir edenleri ve (Cem' makamı)na kavuşanların yaradılışlarındaki uygunluğu anlamaktır. Marifet sahiplerinin feraseti budur. Açlıkla ve insanlardan kaçarak çile odasında yalnız yaşamakla nefislerini temizleyenlerin, fakat Hak teâlâya yaklaşmayanların ferasetleri cisimleri, maddeleri keşf etmek, mahlûkların gayblerini haber vermektir. Bunlar, yalnız mahlûklardan haber verir. Çünkü, Hak teâlâ ile aralarında perde vardır. Marifet sahipleri ise, Allahü teâlâdan kendilerine gelen marifetlere kavuşurlar. Hep Allahü teâlâdan haber verirler. İnsanların çoğu, Allahü teâlâdan kesilmiş olduklarından ve hep dünyayı düşündükleri için, maddeleri keşfedenlere, mahlûklardan bilmediklerini haber verenlere kıymet verirler. Onları büyük bilirler. Onları Evliya ve Allahü teâlânın seçilmiş kulları sanırlar. Hakikatten haber verenlere dönüp bakmazlar. Bunların Allahü teâlâdan bildirdiklerine inanmazlar. (Bunlar, dedikleri gibi Evliya olsalardı, bizim hâllerimizden ve mahlûkların hâllerinden haber verirlerdi. Mahlûkların hâllerini bilmeyen kimse, bundan daha yüksek olan şeyleri nasıl bilir?) derler. Bu bozuk ölçüleri ile Evliyaya inanmazlar, doğru sözü görmezler ve işitmezler. Allahü teâlânın, bu büyükleri, cahillerin gözünden korumuş olduğunu, onları kendisine ayırmış olduğunu, onları kendisinden başkaları ile olmağa bırakmadığını bilmezler. Bunlar mahlûkların hâllerine dönüp baksalardı, Hak teâlâ ile olmağa yakışmazlardı. Böyle Hak adamlarından birinin maddelerin, cisimlerin hâllerine az bir bakışla, başkalarının anlayamadığı şeyleri ferasetle anladıklarını biz çok gördük. Bunların feraseti Hak teâlâya olan ve Onun yakınlığına olan ferasettir. Nefislerini temizleyenlerin mahlûklara olan feraseti, Hak teâlâyı ve Ona yakın olan şeyleri anlayamaz. Bu feraset Müslümanlarda olduğu gibi, Hristiyanlarda, Yahudilerde ve başka milletlerde de vardır. Çünkü, Allahü teâlâ buna kıymet vermez. Uygun olan kimselere verir. [Bu ikisini birbirine karıştırmamak için kâfirlerin ferasetine (İstidrac) denir.] (Mektûbât Tercemesi s. 467)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google

 

Mail grubu sayfası: Google

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com

 

 

 

* Allahü teâlânın taksimine razı olmak (Osman Ünlü'nün 1.1.2018 tarihli yazısı)

1 Ocak 2018, Pazartesi

 

 

Allahü teâlânın taksimine razı olmak

 

 

 

 

Sual: Allahü teâlâdan razı olmak, bela ve nimet olarak gelen her şeyden razı olmak, itiraz etmemek mi demektir?

Cevap: Rıza demek, Allahü teâlâdan gelen her şeye razı olmak demektir. Allahü teâlâdan bir felaket gelse, ona da rıza gösterir. Kimseye şikâyet etmez. Bu, her insanın yapabileceği bir iş değildir. Fakat, bunu yapabilen, büyük bir insandır. Böyle insanlarda, Peygamberlere mahsus sabır ve tahammül var demektir. Allahü teâlânın büyüklüğüne inandığı derecede insan, bu tahammülü ve bu rızayı gösterebilir. Gıpta edilecek bir meziyettir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

"Her gün insanın karşılaştığı her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratması ile var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız! Böyle olmamak, kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur. Allahü teâlâ, hadîs-i kudside buyuruyor ki; (Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın. Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın!)"

***

Sual: Gayr-i müslimlerin âdetlerini veya onların ibadet olarak yaptığı şeyleri yapmanın dinen bir mahzuru olur mu?

Cevap: Kâfirlerin âdetlerini yapmak, onlara benzemek niyeti ile olmazsa ve haram veya kötü adetler değilse, faydalı şeyler ise, caiz olur. Onlar gibi yemek, içmek böyledir. Onlara uymak için olur veya haram veya fena, kötü şeyler ise, haram olur. Uyûn-ül besâirde deniyor ki:

"İnsan resmi veya heykeli yapıp, bu insanda ülûhiyyet, ilahlık sıfatlarından birinin bulunduğuna inanarak veya bunun kâfir olduğunu bilerek, bunların karşısında, hürmet, tazim, saygı bildiren bir şey söylese veya yapsa, mesela secde etse, Yahudilerin ve Hristiyanların bağladıkları Zünnar denilen kuşağı ve onların dinlerine mahsus şeyleri kullansa, kâfir olur. Kâfirlere mahsus olan şeyleri harpte hile olarak kullanırsa, kâfir olmaz." Canını, malını, rızkını kurtaracak kadar kullanması özür olur, daha fazlası küfür olur.

***

Sual: Namaz kılarken, ah, of diye sesli olarak inlemek namazı bozar mı?

Cevap: Ah, of gibi inlemek, uf diye sıkıntıyı bildirmek, namazı bozar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google

 

Mail grubu sayfası: Google

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com

 

 

 

 

29 Aralık 2017 Cuma

* İbadetlerin dereceleri

31 Aralık 2017, Pazar

 

 

İbadetlerin dereceleri

 

 

 

Sual: İbadetlerin dereceleri var mıdır ve varsa öncelik sırası nasıldır?

Cevap: İslâm dininde ibadetlerin dereceleri vardır:

Birinci derece: ibadetlerin en kıymetlisi ve en efdali, haramlardan sakınmaktır. Haramı gördüğü zaman, yüzünü çevirenin kalbini, Allahü teâlâ iman ile doldurur. Bir kimse, haram işlemeğe niyet eder ve o haramı işlemezse, ona günah yazılmaz. Haram işlemek, Allahü teâlâya karşı gelmek olduğundan, ondan sakınmakta, ibadetlerin en efdali olmuştur. İslâm dininde, hiç kimse, günah ile veya kâfir olarak doğmaz. Zaten, bunu akıl da kabul etmez.

İkinci derece: Farzları yapmaktır. Farzların terki büyük günahtır. Allahü teâlânın yapınız diye emir ettiği şeylere farz denir. Farzları yapmak, çok kıymetlidir. Hele farzların unutulduğu, haramların yayıldığı bir zamanda, farzları yapmak, daha çok kıymetlidir. Farzları yapanlara büyük ecir ve mükâfatlar vardır.

Üçüncü derece: Tahrîmî mekruhlardan, yani harama yakın mekruhlardan sakınmaktır. Tahrîmî mekruhlardan sakınmak, vacibleri yapmaktan daha kıymetlidir.

Dördüncü derece: Vacibleri yapmaktır. Vacibleri yapmak da, farz kadar olmasa bile, çok sevabdır. Vacibler, farz olup olmaması şüpheli olan ibadetlerdir.

Beşinci derece: Tenzîhî mekruhlardan sakınmaktır. Tenzîhî mekruh demek, helale yakın olan mekruhlar demektir.

Altıncı derece: Müekked sünnetleri yapmaktır. Sünnetleri terk etmek, günah değildir. Özürsüz devamlı terk etmek ise, küçük günahtır. Sünneti beğenmemek ise küfürdür.

Yedinci derece: Nafileler ve müstehablardır. Nafileleri yapıp yapmamakta Müslümanlar serbesttirler. Yapmayana, terk edene ceza olmadığı hâlde, iyi niyet ile yapana ecir ve mükâfat vardır. (Cevâb Veremedi s. 232)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google

 

Mail grubu sayfası: Google

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com