31 Ocak 2016 Pazar

* Toprak mahsulünün zekâtı (Osman Ünlü'nün 02.02.2016 tarihli yazısı)

02 Şubat 2016, Salı

Toprak mahsulünün zekâtı

 

 

Sual: Topraktan elde edilen tahıl, sebze ve meyvelerin de zekâtı olur mu?

Cevap: Topraktan alınan mahsulün zekatına uşur denir ve uşur vermek de farzdır. Borcu olanın da uşur vermesi lazımdır. İmâm-ı a'zam hazretleri buyuruyor ki:

"Her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsul topraktan alındığı zaman, onda birini veya kıymeti kadar altın veya gümüşü, Müslüman fakirlere vermek farzdır."

Hayvan gücü ile veya dolap, motor ile sulanan yerdeki mahsul elde edilince, yirmide biri verilir. İster onda bir, ister yirmide bir olsun, hayvan, tohum, alet, gübre, ilaç ve işçi masraflarını düşmeden evvel, vermek lazımdır. Bir sâ'dan az mahsulün uşru verilmez. Toprağın sahibi çocuk, deli, köle olsa da, uşru verilir. Ne kadar olursa olsun, ev bahçesindeki meyve ve sebzeler için, odun, ot ve saman için uşur verilmez. Balın masraflar yapılsa dahi, pamuğun, çayın, tütünün, dağdaki ağaç meyvelerinin mesela zeytinlerin, üzümlerin onda biri, uşur olarak verilir. Zift, petrol ve tuz için uşur yoktur. Uşru verilmeyen mahsulü yemek haramdır. Yedikten sonra da, vermek lazımdır.

***

Sual: Namazda sureleri, şarkı söyler gibi okuyan ve namaz vakitlerine dikkat etmeyen kimsenin arkasında kılınan namaz kabul olur mu?

Cevap: Elhan ederek yani musiki perdelerine, kalıplarına uyarak, teganni eden ve namazı vaktinden evvel kıldıran imamın arkasında kılınan namazı iade etmenin lazım olduğu, Halebî-i kebîr sonunda yazılıdır.

***

Sual: Denizde kaybolan ve vahşi hayvanların parçaladığı kimselere de, kabirde azap veya nimet olur mu?

Cevap: Ahmet Âsim efendi, Emâlî şerhinde diyor ki:

"Bir kimseyi kurtlar parçalayıp yeseler yahut ateşte yaksalar, denizde çürüse, sual olunup, kabir azabını veya nimetini bulur. Kafirlere ve tövbesiz ölen fasıklara kabirde azap yapılır. Hadis-i şeriflerde;

(Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçe yahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur.)

(Kabir azabından Allaha sığınırız.)

(Üzerinize idrar sıçratmayınız! Çok kimseye kabir azabı bundan olacaktır.)

(Meyyit, ehlinin, evladının ağlamalarından azap duyar) buyuruldu. Resulullah efendimiz, iki kabir yanında durup;

(Bunlardan biri, idrar sıçramasından sakınmadığı için, diğeri ise, Müslümanlar arasında söz taşıdığı için, kabir azabı çekiyorlar) buyurdu."

 

 

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com

 

 

* Hastalık sebeplerinden kaçınmak

02 Şubat 2016, Salı

Hastalık sebeplerinden kaçınmak

 

 

Sual: Hastalık, belâ ve tehlikelerden kaçınmak nasıl olur?

Cevap: Hastalık sebeplerinden kaçınmak, tevekküle mâni değildir. Halife Ömer "radıyallahü anh", Şam'a gidiyordu. Şam'da taun [yani veba hastalığı] olduğu işitildi. Yanında bulunanların bazısı, Şam'a girmeyelim dedi. Bir kısmı da, Allahü teâlânın kaderinden kaçmayalım dedi. Halife de, Allahü teâlânın kaderinden, yine Onun kaderine kaçalım, şehre girmeyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdiri ile göndermiş olur buyurdu. Abdürrahmân bin Avfı "radıyallahü anh" çağırıp, sen ne dersin? buyurduk da, Resûlullahdan "sallallahü aleyhi ve sellem" işittim. (Veba olan yere girmeyiniz ve veba olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!) buyurmuştu, dedi. Halife de, elhamdülillah, benim sözüm, hadîs-i şerife uygun oldu deyip, Şam'a girmediler. Veba bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebalı yerde, kirli hava [yani mikroplu hava, veba basilleri], herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıktan kurtulamaz [ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar]. Hadîs-i şeriflerde buyuruluyor ki, (Veba hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günahtır). [Muhyiddîn-i Arabî "kuddise sirruh" (Fütûhât-ül-mekkiyye) kitabında (Kazâ, belâ) bahsinde, (Belâlardan, tehlikelerden, gücünüz yettiği kadar sakınınız. Çünkü, takat getirilemeyen, dayanılamayan şeylerden uzaklaşmak, Peygamberlerin âdetidir) buyurmaktadır. Eceli gelen hastanın ölmesine mani olunamaz. Ancak, ölüm hastasının istiğfar okuması, hastalığın vecalarını gidereceği (Mektûbât-ı Ma'sûmiyye) ikinci cild, 80.ci mektubunda yazılıdır.] (Tam İlmihâl s. 696)

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com

 

 

30 Ocak 2016 Cumartesi

* Hazret-i Ebu Bekr'e buğzetmek (Osman Ünlü'nün 01.02.2016 tarihli yazısı)

01 Şubat 2016, Pazartesi

Hazret-i Ebu Bekr'e buğzetmek

 

 

Sual: Bazı kimseler, hazret-i Ebu Bekr'e buğzetmekte, kötülemektedirler. Böyle yapmak günah değil midir?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında deniyor ki:

İmâm-ı Zehrî hazretleri, senetleri ile beraber Abdurrahmân bin Avf hazretlerinden rivayetle, Resulullah efendimizin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Resulullah efendimiz, bir gün Mescid-i Nebîde, ömürlerinin son günlerinde, kalabalık arasından kalktı, minbere çıktı. Allahü teâlâya hamd ve sena eyledikten sonra;

(Ey havâs ve avam! Benim sevgim, Ehl-i beytimin sevgisi, Eshabımın sevgisi, benim ümmetimin üzerine kıyamet gününe kadar farzdır) buyurdu. Sonra;

(Ebû Bekr-i Sıddık nerededir) buyurarak, Onu yanına çağırdı ve buyurdu ki:

(Ey Müslümanlar! Bu gördüğünüz Ebû Bekr-i Sıddıktır. Muhacir ve Ensarın seyyidi ve büyüğüdür. Bu o kimsedir ki, Allahü teâlânın emri ile, ben onu kendime, dünyada baba mertebesinde tuttum. Ahirette sonsuz olarak dost edindim. Herkes beni yalanlarken, o beni tasdik etti. Herkes benden kaçıp, nefret ettiği zaman bu benimle ülfet eti, dost oldu ve ünsiyet, arkadaşlık etti. Herkes beni öldürmek istediği zaman, malını, canını, bedenini bana feda etti. Kızı Âişe-i Sıddıkayı bana tezviç etti, nikahladı. Bilâli kendi malından benim için azat etti. Allahü teâlânın, meleklerin, bütün insanların laneti, buna buğz edenlerin üzerine olsun. Allahü teâlâ buna buğz edenlerden bizardır, ben de bizarım, rahatsızım. Kim Allahü teâlâdan ve benden bizar, rahatsız olmak isterse; Ebû Bekir'den bizar olsun.) Sonra buyurdu ki:

(Ey Müslümanlar! Burada bulunup, benim sözlerimi işitenler, bu sözleri, benim ümmetimden burada bulunmayanlara, kıyamete dek iletiniz. Yâ Ebâ Bekir! Geri dön, yerine otur. Senin hakkında söylediklerim, Allahü teâlâ biliyor ki, gerçektir ve benim söylediğimden ziyadedir.)

***

Sual: Cemaatle namaz kılınırken, sonradan cemaate gelen ve imama rükuda yetişen bir kimse, o rekata yetişmiş ve o rekatı tam kılmış olur mu?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Umdet-ül-islâmda diyor ki:

"Cemaate yeni gelen kimse, imamı rükuda görürse, hemen ayakta tekbir getirip, rükuya eğilir. Tekbiri eğilirken söylerse, namazı sahih olmaz. Rükuya eğilmeden, imam kalkarsa, o rekata yetişmemiş olur."

 

 

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com

 

 

* Tevekkül ve şikayet

01 Şubat 2016, Pazartesi

Tevekkül ve şikayet

 

 

Sual: Tevekkül etmek için, hastalığını herkese bildirmemek mi gerekir?

Cevap: Tevekkül etmek için, hastalığını herkese bildirmemek lâzımdır. Bildirmek ve şikayet etmek mekruhtur. Yalnız faydası olacaklara, [meselâ, doktora söylemek] veya aczini, zavallılığını bildirmek için söylemek mekruh olmaz ve tevekkülü bozmaz. Nitekim Ali "radıyallahü anh" hastalanmıştı. Nasılsın, iyi misin dediklerinde, hayır dedi. Şaşıp birbirlerine bakıştılar. (Allahü teâlâya aczimi gösteriyorum) buyurdu. Bu söz onun hâline lâyık idi. O cesaret ve kuvveti, yiğitliği ile, aczini biliyordu ve (Yâ Rabbî! Bana sabır ihsan et!) derdi.

Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz. Belâ istemeyiniz!). Hastalığı herkese söyleyip, hâlinden şikâyet etmek haramdır. Şikâyet niyeti ile değilse haram olmaz. Fakat, söylememek iyidir. Çünkü, çok söyleyerek, şikâyet şeklini alabilir. (Tam İlmihâl s. 696)

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com

 

 

29 Ocak 2016 Cuma

* Ölümden önceki her şey dünyadır (Osman Ünlü'nün 31.01.2016 tarihli yazısı)

31 Ocak 2016, Pazar

Ölümden önceki her şey dünyadır

 

 

Sual: İnsan, çeşitli şeylere muhtaçtır, bunları elde etmek için çalışmaktadır ve bunu da herkes bilmekte, yapmaktadır. Din kitaplarında da dünyalık olanlar kötülenmiştir. O zaman insan, muhtaç olduğu şeylerden vaz mı geçmelidir?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Ma'rifetnâme kitabında deniyor ki:

"Ölümden önce olan her şeye dünya denir. Bunlardan, ölümden sonra faydası olanlar, dünyadan sayılmaz, ahiretten sayılırlar. Çünkü dünya, ahiret için tarladır. Ahirete yaramayan dünyalıklar, zararlıdır. Haramlar, günahlar ve mubahların fazlası böyledir. Dünyada olanlar İslamiyete uygun kullanılırsa, ahirete faydalı olurlar. Hem dünya lezzetine, hem de ahiret nimetlerine kavuşulur. Mal iyi de değildir, kötü de değildir. İyilik, kötülük, onu kullanandadır. O hâlde, kötü olan dünya, Allahü teâlânın razı olmadığı, ahireti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demektir. Kendini ve Rabbini unutup, lezzetlerine, şehvetlerine düşkün olanlar, yolda hayvanının süsü ile, palanı ile, otu ile uğraşıp, arkadaşlarından geri kalan yolcuya benzer. Çölde yalnız kalıp, helak olur. İnsan da, ne için yaratılmış olduğunu unutup, dünya ziynetlerine aldanır, ahiret hazırlığı yapmazsa, ebedi felakete sürüklenir. Dünya sevgisi ahirete hazırlanmaya mani olur. Çünkü, kalp onu düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu elde etmeye uğraşarak ibadet yapamaz olur. Dünya ile ahiret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse, ibadetini yapmaz ve geçiminde, kazancında Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını gözetmezse, dünyaya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ herkesin kalbini bundan soğutur. Bunu kimse sevmez."

***

Sual: Din adamının kendi görüşlerini din diye anlatması, yanlış fetvalar vermesi mümkün müdür?

Cevap: Tenbîh'de ve Muhtasar-ı tezkire'de yazılı hadis-i şeriflerde;

(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.)

(İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar. İnsanları doğru yoldan saptırırlar.) buyuruluyor.

Bu hadis-i şerifler, ahir zamanda, cahil, fasık ve sapık din adamlarının çoğalacaklarını, Müslümanları aldatacaklarını haber vermektedir.

***

Sual: Bir yerinden devamlı kan gelen kimsenin, vakit içinde kanaması devam etse, abdesti bozulur mu?

Cevap: Özür sahiplerinin, devam eden özürleri, abdestlerini bozmaz. Fakat, başka bir abdest bozan sebep ile bozulur. Vakit çıkınca, özür sebebi ile de bozulmuş olur.

 

 

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com

 

 

* Allahü teâlâ zulüm yapmaz

31 Ocak 2016, Pazar

Allahü teâlâ zulüm yapmaz

 

 

Sual: İnsan her dilediğini yapabilir mi veya kaza ve kaderde olanı yapmağa mecbur mudur?

Cevap: Hindistan'ın büyük âlimlerinden Mazher-i Cân-ı Cânân "kuddise sirruh", onüçüncü mektubunda diyor ki, cebr ve ihtiyâr üzerinde âlimlerimiz çok şey yazdılar ise de, insanın zihnine yine şüpheler gelmektedir. Çünkü akıl, din bilgilerinden bazılarını anlayamıyor. Eğer anlasaydı, insanların işlerinin faydalı ve iyi olması için, Peygamberlere vahiy gönderilmesine lüzum ve ihtiyaç olmazdı. İnsanda tam ihtiyâr vardır demek, yani insan her dilediğini yapar demek ve insanın elinde bir şey yoktur, kaza ve kaderde olanı yapmağa mecburdur demek, kitaba ve sünnete inanmamak olur. Çünkü, insanların amellerini de, cesetlerini de, yani maddelerini de, işlerini, hareketlerini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. Böyle olunca, tam ihtiyâr vardır denilebilir mi? Cebr ile, zorla yaptırılan iş için hesaba çekmek de zulüm olur. Allahü teâlâ zulüm yapmaz. O hâlde, insan mecburdur demek, nasıl doğru olabilir? İnsanların işlerinin bir titreme gibi cebren yapılmadığı meydandadır. İlim, irade ve kudretimiz ile yapılmaktadırlar. İnsanın ihtiyârı [istekli hareketi], her üçünden hâsıl olmaktadır. Fakat, insanda bu üçünün hâsıl olması, insanın ihtiyârı ile değildir. Allahü teâlâ dilediği zaman, bunları insana gönderir. Cebr de, bu kadardır. İnsanda tam ihtiyâr ve tam cebr olmadığı için, insanın hareketleri, bu ikisinin arasında hâsıl olmaktadır. İşlerin böyle yapılmasına (Kesb) denir. İnsanın kesb ettiği işlerinde bu kadarcık ihtiyârın bulunması, Allahü teâlânın tekliflerine [emir ve yasaklarına] sebep olmuştur. İhtiyârımız zayıf, az olduğu için de, teklifler hafif olmuş, Allahü teâlânın Müminlere olan rahmet sıfatı, onların asilerine olan gadab sıfatını aşmıştır. Diğer sıfatlarından hiçbiri, ötekilerini aşmış değildir. Allahü teâlânın fiilleri de, ilmi, iradesi ve kudreti ile olduğu için, bu bakımdan kulların işlerine benzemektedir. Böyle işlerden dolayı, kullarını hesaba çekmesi adâlete uymuyor denilemez. (Tam İlmihâl s. 697)

 

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam

İnternet Radyosu

 

 

Huzura Doğru TV

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.hakikatkitabevi.net

 

www.dinimizislam.com