30 Nisan 2015 Perşembe

* Hizmetimiz büyüsün ama biz büyümeyelim (Mehmet Ali Demirbaş'ın 02.05.2015 tarihli yazısı)

 

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Esselâmü aleyküm ve

rahmetüllahi ve berekâtühü

 

02 Mayıs 2015, Cumartesi

Hizmetimiz büyüsün ama biz büyümeyelim

 

 

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Bid’at ve küfür zulmetinin her tarafı sardığı, haramla helâlin, sünnetle bid’atin, imanla küfrün karıştığı âhir zamandayız. Böyle bir zamanda, Ehl-i sünnet itikadında olmak, bu yolun büyüklerini sevmek, bu yolda dinimize hizmet etmek, büyük nimettir. Bütün bu kavuştuklarımıza vesile olan büyüklerimize ne kadar teşekkür etsek, haklarını ödeyemeyiz. Eh-i sünnet âlimleri, istirahatlerini, sıhhatlerini feda ederek, bu kıymetli kitapları mum ışığında hazırladılar. Hayatları bununla geçti. Yanlarında bir kuru odun dursa, orada, o nurun altında yeşerirdi. O hâlde, onlarla beraber olan, evlatlarının, talebelerinin de kıymetini bilmeliyiz. Merhum hocamız da, kitaplarla meşgul iken, dünyayla alakaları kesilir, yiyip içmeyi unuturlardı. Başlarını kaldırmadan okurlar veya yazarlardı. Bu, çok büyük bir meziyettir.

Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları, hepimizin hidayetine vesile oldular. Onların sayesinde buradayız. Onun için bu emeklerin, bu gayretlerin hakkını vermek çok zor bir iştir. Çok çalışmayı, çok hassas olmayı ister. Kendimizi, nefsimizi aradan çekmeyi ister. Bu yolda (Ben) demek yoktur. İşler, hizmetler, büyüsün ama biz büyümeyelim. Bir kişi daha kurtulsun diye uğraşalım.

Buhârî kitabının ilk hadis-i şerifinde, (Ameller niyetlere göredir) buyuruluyor. Niyetimiz, emr-i maruf olmalı, Ehl-i sünnet kitaplarına bir kişinin daha kavuşması olmalı. Niyetimiz doğru olursa, dünyalık görünen işler bile âhiretlik olur. Nerede olursak olalım, ne iş yaparsak yapalım, kitap hizmetinden ayrı kalmayalım. Bu bağ koparsa, sonra dönüp âhirette hangi yüzle Cenneti talep ederiz?

Rütbe ve makam sahibi olmanın, orada hiçbir kıymeti yoktur. Bu hizmetler için gece gündüz koşturmalı, doğru yolu anlatan kitapların ve diğer yayınların yayılması için, maddî ve mânevî olarak çalışmalıyız. Maddî olarak çalışmak, bedenen ve para ile yardım etmekle, emr-i maruf yapmakla; mânevî olarak çalışmak da dua etmekle olur. Bu nimeti, doğru imanı, doğru din bilgilerini herkese ulaştırmak, hepimiz için büyük bir mesuliyettir. Bunu hissederek, bunu bilerek yapacağımız her işte başarılı oluruz. Yoksa mutlaka hata yaparız, mutlaka bir yerde zarar ederiz.

 

Twitter’da paylaş   |   Facebook’ta paylaş

 

 

 

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.dinimizislam.com | www.mehmetalidemirbas.com | www.myreligionislam.com

 

 

* Dine uymakta ölçümüz ne olmalı?

 

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Esselâmü aleyküm ve

rahmetüllahi ve berekâtühü

 

1 Mayıs 2015, Cuma

Dine uymakta ölçümüz ne olmalı?

 

 

Sual: (Yalnız Kur’an) diyenler, (Ben hadislere, mezheplere ve âlimlere inanmam. Sadece Kur’anı esas alırım) diyorlar. Evet, Kur’an-ı kerim ölçüdür, ama kimin anladığı ölçü olacak? Kur’anın mânâsı, Vehhâbî’ye, Şiî’ye, Mutezile’ye, Ondokuzcuya, (Yalnız Kur’an) diyene göre değişiyor. Hangisinin anladığını esas alacağız? Bazı sapıklar da, (Ben mezhebe, ilmihâle göre değil, hadislere göre söylüyorum) diyorlar. Hadisleri de farklı anlayanlar çıkıyor. Burada ölçümüz ne olmalıdır?

CEVAP

Ölçümüz, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleridir. Muhammed Hâdimî hazretleri buyuruyor ki:

Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, Nass’a uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyarız. Çünkü Nass; ictihad isteyebilir, tevil edilmesi gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunları da ancak müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumamız lazımdır. (Berîka)

Biz, âyetten de, hadisten de kendi anladığımızla amel edemeyiz. Çünkü din kitaplarımızda buyuruluyor ki:

Kifâye kitabında, (Müctehid olmayan din adamı, bir hadis işitince, bu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Hadis tevil gerektirebilir veya nesh edilmiş olabilir. Müctehidlerin fetvalarıyla amel etmesi lazımdır. Böyle yapmazsa, vacibi [yani farzı] terk etmiş olur) deniyor. Takrir kitabında da böyle yazılıdır. (Tuhfe – İslam Ahlakı)

Twitter’da paylaş   |   Facebook’ta paylaş

 

 

Dinde ölçümüz

Meal, hadis okuyan, dini doğru bilemez,

İlmihâl okumayan, doğruyu öğrenemez.

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam
İnternet Radyosu

Huzura Doğru
TV

Bugünkü ilahi:
·Amel Odur Ki

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.dinimizislam.com | www.mehmetalidemirbas.com | www.myreligionislam.com

 

 

29 Nisan 2015 Çarşamba

* Hediyeleşmek sevgiyi artırır (Mehmet Ali Demirbaş'ın 01.05.2015 tarihli yazısı)

 

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Esselâmü aleyküm ve

rahmetüllahi ve berekâtühü

 

01 Mayıs 2015, Cuma

Hediyeleşmek sevgiyi artırır

 

 

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Yabancı bir ülkeye gidildiği zaman, orada yolu bilen, oranın dilini bilen birine rastlamanın insana verdiği sevinci, başına gelmeyen anlayamaz. Orada tanıyan ve seven biri gelip, (Beraberiz, hiç üzülme!) derse, garip olan o insanın sevinci tahmin edilemez. Ölünce de İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi büyüklerden biri, (Hoş geldin, artık üzülme, beraberiz) derse ne güzel olur! Bunun için yapılması gereken şeyler de çok kolaydır. Peygamber efendimiz, (Hediyeleşmek sevgiyi artırır) buyuruyor. İşte bizden önce âhirete intikal etmiş olan sevdiklerimizin, büyüklerimizin ruhlarına gönderdiğimiz hatimler, Fâtihalar ve dualar, hep bizim onlara verdiğimiz hediyelerdir.

Mübarek bir zata gönderdiğimiz Fâtiha, altın tabaklar içinde ona sunulur. Denilir ki: (Dünyadan sizi seven filan oğlu filan size bu Fâtiha’yı göndermiştir...)

Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri: (Büyük bir zata Fâtiha gönderilince, o anda, hediyeyi alan o zat, mutlaka teşekkür için teveccüh eder) buyuruyor. O büyükler teveccüh edince, maddî mânevî nimetlere kavuşulur.

Her seferinde altın tabaklar içerisinde bu hediye ikram edilir. Üç beş on derken, (Bunu kim gönderdi?) sorusuna hep (Aynı şahıs efendim) cevabını alırlar. İşte o şahıs da, vefat ettiği zaman, orada o büyükler, (Sen bize çok şeyler göndermiştin, hoş geldin) derler. Bu şekilde hediyeleşerek, o büyüklerle olan âşinalık ne kadar artarsa, âhirette buluşmak ümidi de o kadar çok artar.

 

Karşılıklı olmalı

Hepimiz, böyle Fâtihalar, hatimler gönderdikçe, sanki o zatlar üzerinde bir hak teşekkül ediyor. Çünkü Peygamber efendimiz, (Hediyeleşin) buyuruyor. Bu, (Hediye verin, hediye alın) demektir. Hediyeleşmek, tek taraflı değil, karşılıklı olur. Yine Peygamber efendimiz, (Hediye verene verecek bir şey bulamazsanız, ona dua edin) buyuruyor. Bu da bir karşılıktır.

Ölmüşlerimize vereceğimiz hediye, Kur’ân-ı kerim okumak, sadaka vermek, sevabını ruhlarına bağışlamaktır. Onlar bu işin altında kalırlar mı hiç? Onlar da bize fazlasını ikram ederler. O hâlde bütün sevdiklerimize, Silsile-i aliyye büyüklerine her gün hiç olmazsa bir Fâtiha okumalı.

 

Twitter’da paylaş     Facebook’ta paylaş

 

 

 

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.dinimizislam.com | www.mehmetalidemirbas.com | www.myreligionislam.com

 

 

* Gazete abone çalışması (Mehmet Ali Demirbaş'ın 30.04.2015 tarihli yazısı)

 

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Esselâmü aleyküm ve

rahmetüllahi ve berekâtühü

 

30 Nisan 2015, Perşembe

Gazete abone çalışması

 

 

Sual: Türkiye gazetesinin tirajının artması için abone çalışmaları yapılıyor. Dînî yazılar da olduğu için, gazetenin çok kişiye ulaşmasının mânevî yönden de faydası olur mu?

CEVAP

Türkiye gazetesi, her zaman haberleri, itidalli, provokasyondan uzak bir şekilde vermiş, devletinin ve milletinin yanında durarak, “Huzur veren gazete” olmuştur. Bizim Sayfa’da da, nakle dayanan doğru ve lüzumlu bilgiler verilmektedir. Bid’atlerden uzak durulmakta, Ehl-i sünnetten taviz verilmemektedir. Yani Bizim Sayfa’da, dînî konularda yanlış yazılmasına asla müsaade edilmez. Diğer sayfalar ise, dînî bakımdan zaten ölçü olmaz.

Bu kıymetli bilgilerin yer aldığı gazetenin, her eve girmesi çok faydalıdır. Hiç okunmasa bile, evliya zatların, Ehl-i sünnet âlimlerinin isimleri, sözleri, eve feyz gelmesine, ev halkının istifade etmesine sebep olur.

İşin önemini bilenler, abone değilse abone olmalı, yeni abone de bulmalı, hattâ mümkünse parasını kendi vererek tanıdıklarını abone etmeli. Böylece millî ve mânevî değerlerin korunmasına katkısı olmalı. Bunu yapan, farz olan emr-i maruf sevabına da kavuşmuş olur.

 

Her sabah güneş gibi, evimize ulaşır,

Taze haber, net bilgi, dilden dile dolaşır,

Güzel ahlâk, herkese bu yollarla bulaşır;

Kırk beş yıldır ayakta, doğruluk âbidesi,

Daha nice yıllara, Türkiye gazetesi.

 

Her gün ayrı emekle, sevgiyle dokunursun,

Bir dost gibi beklenir, hasretle okunursun,

Karanlık ruhumuzu aydınlatan bir nursun;

Doğruları anlatan, insanlık reçetesi,

Daha nice yıllara, Türkiye gazetesi.

 

Farklı nice kalemler, köşelerinde yazar,

Geniş bir çevresi var, kolu her yere uzar,

Kimse haset etmesin, değmesin asla nazar;

Uzun soluklu olsun, o şifalı nefesi,

Daha nice yıllara, Türkiye gazetesi.

 

İhlâslı muhabirler, verir ilginç haberler,

Gergef gibi işlenir, dinî-millî değerler,

Gazetemle gezilir, dünyada güzel yerler;

Ülkelere duyulur, vatanın şanlı sesi,

Daha nice yıllara, Türkiye gazetesi.

 

Değişik yazılarla içi dışı süslenir,

Politika ve sanat, sağduyuya seslenir,

Kültür hazinesiyle, nice gönül beslenir;

Bayrak elinde koşar, duyarlı abonesi,

Daha nice yıllara, Türkiye gazetesi.

 

Nasipli olanların evlerine giriyor,

Gizlenmiş gerçekleri, önlerine seriyor,

Dînî sual sorana, doğru cevap veriyor,

Yayılıyor dünyaya, Ehl-i sünnetin sesi,

Daha nice yıllara, Türkiye Gazetesi.

 

Kadir Çetin - İzmir

 

Twitter’da paylaş     Facebook’ta paylaş

 

 

 

 

 

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.dinimizislam.com | www.mehmetalidemirbas.com | www.myreligionislam.com

 

 

* Ateist ve yaratılış gayesi

 

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Esselâmü aleyküm ve

rahmetüllahi ve berekâtühü

 

30 Nisan 2015, Perşembe

Ateist ve yaratılış gayesi

 

 

Sual: Ateistlerin sorusu: Zariyat sûresinin, 56. âyetinde, (Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etmeleri için yarattım) denirken, A’raf sûresinin 179. âyetinde, (Biz, cin ve insanların çoğunu Cehennem için yarattık) deniyor. İnsan ve cin, kulluk için mi, yoksa Cehennem için mi yaratıldı? Bu iki âyet çelişkili değil mi? Bir de, Tanrı, insanların Cennete veya Cehenneme gideceğini biliyorsa veya Cehennem için yaratmışsa, onları imtihan etmesi, sorguya çekmesi gereksiz değil mi?

CEVAP

Böyle sualler, ateistlerin sitelerinde bulunduğu için sık sık gündeme getirilmektedir.

Her ilmi, ancak o ilmin uzmanları anladığı gibi, âyetleri de, Peygamber efendimiz ve müfessir âlimler anlar, herkes anlayamaz. Anlayamayınca da böyle çelişki var zannedilir.

Birinci âyette, cin ve insanların kulluk için yaratıldığı bildiriliyor. Cin veya insan, bu yaratılış gayesine uymazsa, elbette sorumlu olur.

İkinci âyet eksik alınmış. Devamında açıklaması var. O âyetin tamamının meali şöyledir:

(Biz, cin ve insanların çoğunu Cehennem için yarattık. Onların kalbleri var, anlamazlar, gözleri var, görmezler, kulakları var, işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidir, hattâ daha da aşağıdır. Bunlar gâfillerin ta kendileridir.) [A’raf 179]

Âyet-i kerimenin daha kolay anlaşılan meali şöyle oluyor:

(Cin ve insanların çoğunu teşkil eden, anlamayan kalbleri, görmeyen gözleri, işitmeyen kulakları olan gâfiller, hayvan gibi, hattâ daha aşağı oldukları için Cehenneme gidecektir.)

Demek ki Cehennem için yaratılan cin ve insanların vasıfları âyetin devamında anlatılıyor. Cehennemlik olanlar için, bu gâfillerin hayvan gibi, hattâ daha da aşağı olduğu bildiriliyor.

Bu gâfiller niye anlamaz, görmez ve duymaz? Sebebi imansız olmalarıdır. İman olursa, kalbe nur dolar, o nur hem kulağa, hem göze tesir eder; göz görmeye, kulak da duymaya başlar. Bunları kısaca açıklayalım:

Kalbleri var, anlamazlar: Cehenneme gidecek olan bu imansızlar neyi anlamazlar? İyiyi kötüyü, imanı küfrü, hayrı şerri, kârı zararı, Cenneti Cehennemi anlamazlar. Canlıları ayakta tutan ruhu anlayamazlar. Her canlıya can veren muazzam kudret sahibini elbette anlayamazlar. Çünkü basiretleri kapalıdır.

Gözleri var, görmezler: Gözleri var, ama görmezler. Dünya’nın nasıl direksiz durduğunu, Güneş’in asırlardır devam eden ışık ve ısısını göremezler. Yerdeki ve göklerdeki nizamı göremedikleri gibi, kendi vücutlarındaki harikaları da göremezler. Camileri, Cennete giden yolları, Ehl-i sünnet âlimlerini ve kitaplarını görmezler, göremezler. Bunun gibi ibret alınması gereken varlıkları, olayları göremezler.

Mesela, Ay, Güneş yıldızlar ve gezegenler var. Bunlar boşa mı yaratıldı. Bunları ve insanı yoktan kim yarattı? Öküzün trene baktığı gibi Ay’a Güneş’e bakar da ibret almazlar.

Kulakları var, işitmezler: Okunan Kur'an-ı kerimi ve ezanı işitmezler, yani ona inanmazlar. Hak sözleri ve gerçekleri işitmezler. (Hayvan gibidirler, hattâ daha da aşağıdırlar) deniyor. Ha öküz trene bakmış, ha ateist Güneş’e bakmış, arasında ne fark var? Güneş, şimdiki yerinden çok uzakta olsaydı, soğuktan her yer donardı. Şimdikinden çok yakın olsaydı, bu sefer de her yer yanardı. Hayat olmazdı. Bunları tam yerine kimin koyduğunu düşünmeyenin hayvandan farkı ne ki?

İmansızların dilsiz oldukları da bildiriliyor. Birkaç âyet-i kerime meali:

(Onlar sağır, dilsiz, kördür, doğru yola dönmezler.) [Bekara 18]

(Onlar, sağır, dilsiz, kördür, düşünemez, akledemezler.) [Bekara 171]

(Onlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizdir.) [En’am 39]

(Onlar, yaratıkların en kötüsü, gerçeği düşünemeyen, akledemeyen sağır ve dilsizlerdir.) [Enfal 22]

Neden dilsizler: Neyi söylemezler ki? Kelime-i şehadeti söylemezler. (Kâinatın bir yaratıcısı vardır) demezler, diyemezler. Ne kadar doğru varsa, hepsini inkâr edip gerçekleri söylemezler.

İmansız, bütün kâinatın yoktan meydana geldiğini, her şeyi yaratanın doğa olduğunu söylediği hâlde, yok olanların, çürüyenlerin ve ölülerin tekrar dirilebileceğine akıl erdiremiyor. Bu nasıl doğa ki, gezegenleri, Dünya’yı, Ay’ı, Güneş’i, insanları, hayvanları, karaları ve denizleri hiç yokken meydana getiriyor, bunlar yok olunca eski hâline getiremiyor? Doğanın gücüne ne oldu? Bu kadar ahmaklık nasıl oluyor?

Doğa demeyip başka güç dense de, hiç yokken meydana getiren, yok olduktan sonra da meydana getiremez mi? Önceki gücünü nereden almışsa, yine aynı yerden niye alamasın?

İmansız ne kadar kafasız ki, Güneş’i, Dünya’yı ve kâinattaki her şeyi görüyor. Kendiliğinden olmayacağını da biliyor. Bunları yaratanın, tekrar yaratmasını [diriltmesini] imkânsız görüyor. Bu kadar akılsızlık olur mu?

Yoktan var olduğuna inanıp da, yok olduktan sonra tekrar var olacağına inanmamak kadar saçmalık olur mu? Bu ateist, ateşe, ineğe, puta tapanlardan daha ahmaktır.

Görüldüğü gibi, ateistin sorduğu iki âyet arasında, hiçbir çelişki yoktur. Dünya işlerinde de böyle değil mi? Mesela devlet, (Bütün okulları eğitim öğretim için açtık. Ama şu notu alamayanlar, sınıfta kalır, şu kadar yıl üst üste sınıfta kalan da okuldan atılır. Şu suçları işleyenler cezasını görür) diyor. Şimdi, hani öğrenciye eğitim verecektin, niye okuldan attın, niye cezalandırdın denir mi?

İnsanların çoğunun cehennemlik olduğunu bildiren yukarıdaki âyete benzer çok âyet vardır. Birkaçının meali şöyledir:

İnsanların çoğu kâfirdir. (Nahl 83)

Çoğu fâsıktır. (Maide 49, 81,Tevbe 8, Hadid 16, 27)

Çoğu müşriktir. (Rum 42)

Çoğu inanmaz, iman etmez. (Bekara 100, Hud 17, Rad 1)

Çoğu inkârcıdır. (İsra 89)

Çoğu gâfildir. (Yunus 92)

Kâfirlerin çoğu akletmez, kafası çalışmaz. (Maide 103)

Ölüleri Allah’ın dirilteceğini çoğu bilmez. (Nahl 38)

Kıyametin geleceğine çoğu inanmaz. (Mümin 59)

Doğru olan dinin Müslümanlık olduğunu çoğu bilmez. (Rum 30, Yusuf 40)

(Çoğunu Cehennem için yarattık) mealindeki âyetin, (Çoğu Cehenneme gidecektir) anlamında olduğunu yukarıdaki âyetler açıkça göstermektedir.

 

İmtihan gereksiz mi?

Son sorunun cevabı şöyledir:

Allahü teâlâ, imtihan etmeden de, kullarının ne yapacağını, hangi günahları işleyeceğini elbette bilir. İmtihanı kendisi için değil, insanlar için yapıyor. Mesela Allahü teâlâ, ateiste, (Ben biliyorum ki, sen zaten inanmayacaktın, onun için seni Cehenneme attım) deseydi, ateist, (Suçum yokken, imtihan edilmeden, beni cezalandırmak adaletsizliktir. Beni dünyaya gönder, iyi ameller işleyeceğim) demez miydi? Ateistin ve diğer kâfirlerin böyle diyememeleri için, onlar dünyaya getirilmiş, onlara akıl verilmiş, iyi kötü yol gösterilmiş, böylece itiraz edecek bir mazeretleri kalmamış oluyor. Kâfirler, buna rağmen, bir kurtuluş ümidiyle, mealen şöyle diyecekler:

(Rableri huzurunda başları öne eğik, “Rabbimiz, gördük, duyduk, şimdi bizi dünyaya geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık” diyecekler.) [Secde 12]

(Ey Rabbimiz, bize az bir süre ver, senin davetine uyup elçilerine tâbi olalım.) [İbrahim 44)

Bunlara, (Siz dünyadan gelmiyor musunuz?) denecektir. Kurtuluş ümidi kalmayan kâfirler, (Keşke toprak olsaydık) diyeceklerdir. (Nebe 40)

Toprak da olamayacaklar, sonsuz azaba mâruz kalacaklardır.

Ateistlere diyoruz ki: Bu feci hâle düşmeden iman nimetine kavuşmalısınız.  

Twitter’da paylaş   |   Facebook’ta paylaş

 

 

Dinsizin hâli  

Dinsiz ibretle bakmaz, doğup batan güneşe!

Asırlardır dönüyor, aklı ermez bu işe.

 

 

 

 

 

Dinimiz İslam
İnternet Radyosu

Huzura Doğru
TV

Bugünkü ilahi:
·Allahümme Salli Ala Muhammed

 

Dini sualler için | Üye olmak için

 

Üyelikten ayrılmak için: Google | Yahoo

 

Mail grubu sayfası: Google | Yahoo

 

www.dinimizislam.com | www.mehmetalidemirbas.com | www.myreligionislam.com